You are currently viewing Anayasa Mahkemesinde Açmış Olduğumuz Davamız Emsal Niteliğinde Karar İle Lehimize Sonuçlandı!
Anayasa Mahkemesinde Açmış Olduğumuz Davamız Emsal Niteliğinde Karar İle Lehimize Sonuçlandı!

Adli Tıp Teknisyenlerinin mesai saatleri dışında ifa ettikleri görevleri nedeniyle adli tabiplerden farklı olarak yol tazminatı ve mesai ücreti ödenmemesi nedeniyle başlatmış olduğumuz hukuk mücadelesi Anayasa Mahkemesi kararı ile lehimize neticelenmiş bulunmaktadır. Adli tıp teknisyenlerine adli tabiplerden farklı olarak katılmış oldukları ölü muayene ve otopsi işlemleri yönünden bir ücret ödenmediği gibi mesai saatleri dışında çalışmaları zorunlu tutulmaktaydı, bunun üzerine açmış olduğumuz davalarda idare lehine verilen kararlara karşı Anayasa Mahkemesine nihai olarak tarafımızca dava açılmış ve dava lehimize sonuçlanmıştır, bu karar adli tıp teknisyenleri ve benzer mahiyette görev ifa eden mesleklerde de emsal niteliğinde etki yaratacak olup benzer hak gasplarına ilişkin açılmış ve açılacak davalarda da söz konusu davamız yol gösterici olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin 2018/13643 başvuru numaralı 20/9/2023 tarihli kararı Resmi Gazete’nin 2/2/2024 tarihli 32448 sayısı ile yayınlanmıştır. Resmi Gazete linki ; https://www.resmigazete.gov.tr/02.02.2024

Kararın tam metni;

KARAR

Başkan : Kadir ÖZKAYA
Üyeler : Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Kenan YAŞAR
Raportörler : M. Emin ŞAHİNER
Heysem KOCAÇİNAR
Başvurucu : Burçin ALPTEKİN
Vekili : Av. Orhun TÜRKOĞLU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

  1. Başvuru, Cumhuriyet başsavcılığının talebi üzerine mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde bilirkişi sıfatıyla adli tıp teknisyenince gerçekleştirilen ölü muayenesi ve otopsi işlemleri için bilirkişilik ve yol ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile zorla çalıştırma ve angarya yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

  1. Başvuru 19/4/2018 tarihinde yapılmıştır.
  2. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
  2. Başvurucu 1991 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvurucu, olay tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığında (ATK) adli tıp teknisyeni olarak görev yapan bir kamu görevlisidir.
  3. Başvurucu, mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde ATK Morg İhtisas Dairesinde yaptığı otopsi işlemleri için yol ve bilirkişilik ücretlerinin tarafına ödenmesi talebiyle 15/12/2016 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) nezdinde müracaatta bulunmuştur. Başsavcılık 20/12/2016 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir.
  4. Dosya kapsamında bulunan Bakanlık Strateji Geliştirme Başkanlığının 1/7/2016 tarihli yazısından, ATK’da görev yapan ve mesai saatleri dışında şüpheli ölüm olgularında ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine katılan personele yapılacak ödemeler hususunda sorunlar yaşandığı belirtilerek farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca görüş istendiği anlaşılmıştır. Bakanlık anılan yazısında adli tıp uzmanlarının hizmetleri karşılığında düzenlenen faturalara dayanılarak yapılan ödemelerin ATK döner sermayesine gelir olarak kaydedildiğine ve bu gelirlerin yaklaşık %35’inin malzeme, araç ve gereç, döner sermayede görevli personel için ayrıldıktan sonra kalan kısmının ATK’da çalışan bütün personele ünvanı, görevi, hizmet nitelikleri, hizmete katkısı ve performansı gibi kriterlere göre dağıtıldığına işaret etmiştir. Bakanlık, bu verilerden hareketle ölü muayenesi ve otopsi işlemlerinin daire dışında yapılması hâlinde mesai saati içinde veya dışında fark etmeksizin yol tazminatının ödenmesini ancak bunun haricinde herhangi bir ödeme yapılamayacağını genelgesinde mütalaa etmiştir.
  5. Başvurucu 16/2/2017 tarihinde İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Başsavcılık işleminin iptali, ödenmeyen yol giderleri tazminatı ve bilirkişilik ücretlerinin ödenmesi talebiyle Bakanlık aleyhine dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesine ek olarak kendisi ile aynı konumda olan ve ATK’nın başka şubelerinde görev yapan personelin aynı nedenle açtığı ve lehe sonuçlanan davalarla ilgili örnekleri de Mahkemenin bilgisine sunmuştur.
  6. Mahkeme 9/6/2017 tarihli kararıyla dava konusu işlemin yol ücretlerinin ödenmemesine yönelik kısmının iptaline, bilirkişilik ücretlerinin ödenmemesine yönelik kısmının ise reddine, davacı tarafın hak ettiği yol ücretlerinin idarece yasal faiziyle davacıya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; i. Özel bir kanunla kurulan ATK’nın verdiği hizmetin özelliği açısından çalışanlarının mesai saatleriyle bağlı olmadığı hatırlatılarak mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde otopsi ve ölü muayenesi işlemlerine katılanların bu işlemlerinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen bilirkişilik kapsamında olmadığı, ifa edilen bu bilirkişilik görevi için ücret ödenmesini öngören yasal bir düzenleme olmadığından bilirkişilik ücretinin ödenmemesine yönelik işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. ii. Otopsi ve ölü muayenesi işlemlerine katılan kişilerin kendilerine kanunla verilen görevleri yerine getirdikleri, bu görevler için 8/5/1991 tarihli ve 3717 sayılı Adli Personel ile Devlet Davalarını Takip Edenlere Yol Gideri ve Tazminat Verilmesi ile 492 sayılı Harçlar Kanununun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun’la öngörülen yol tazminatı ödenmesi dışında bir başka ücret ödenmesini öngören yasal düzenleme olmadığı belirtilmiştir. iii. Başvurucunun çalıştığı daire olan Bakırköy Adli Tıp Şube Müdürlüğündeki görevleri dışındaki görevleri uyarınca ilgili mevzuat gereği kendisine yol ücretlerinin ödenmesi gerektiği, dolayısıyla uyuşmazlık konusu işlemin yol ücretlerinin ödenmemesine yönelik kısmında hukuka uygunluk bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
  7. Taraflar, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 14/2/2018 tarihli kararıyla, yerel mahkeme kararının davanın reddine ilişkin hüküm fıkrası hukuka uygun bulunduğundan başvurucunun bu kısma yönelik istinaf başvurusunun reddine, davalı idarenin istinaf başvurusunun kabulüyle kararın hüküm fıkrasının iptaline ve kabule yönelik kısmının kaldırılmasına, dava konusu işlemin başvurucunun yol gideri ve tazminatı ödenmesi talebinin reddine ilişkin kısmının iptal edilmesi ve yol gideri ile tazminatının yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebi yönünden de davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; i. 3717 sayılı Kanun’da daire dışında yapılması gereken her keşif ve icra işlemi için yol gideri ve tazminatın hangi personele ödeneceği sayma yoluyla belirlenmiş olup adli tabipler dışında ATK’nın diğer personeline yer verilmemek suretiyle bu personelin ödeme kapsamı dışında tutulduğu ifade edilmiştir. ii. Özel bir kanunla kurulan ATK’nın verdiği hizmetin özelliği açısından çalışanlarının mesai saatleriyle bağlı olmadığı, mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklar tarafından adli tıpla ilgili olmak üzere gerekli görülen otopsi işlemlerini icra ettikleri hatırlatılmıştır. iii. ATK Şube Müdürlüğünde görevli personelin kendilerine kanunla verilen görevleri yerine getirdikleri ve bu görevleri için adli tabipler dışındaki kurum personeline 3717 sayılı Kanun’la öngörülen yol tazminatı ödemesi de dâhil ücret ödenmesini öngören yasal bir düzenleme olmadığı değerlendirmesinde bulunulmuştur.
  8. Nihai karar 20/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
  9. Başvurucu 19/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

  1. 5271 sayılı Kanun’un “Bilirkişi gider ve ücreti” kenar başlıklı 72. maddesi şöyledir: “(1)Bilirkişiye sarf etmiş olduğu emek ve mesaiyle orantılı bir ücret ile inceleme, ulaşım, konaklama ve diğer giderleri ödenir. Bu konuda, Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılan ve her yıl güncellenen tarife esas alınır.”
  2. 3717 sayılı Kanun’un “Yol giderleri tazminatı” kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Daire dışında yapılması gereken her keşif ve icra işlemi için; hâkimlere, Cumhuriyet savcılarına, askerî mahkemelerdeki subay üyelere, adlî tabiplere, icra müdürleri ve yardımcıları ile icra işlemlerini yapmakla yetkili memurlara, Hazine avukatlarına, Hazine avukatı olmayan il ve ilçelerde davaları takibe yetkili daire amirleri ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa göre yetkili kılınan kişilere (275); yazı işleri müdürlerine, hâkim veya Cumhuriyet savcısının kararı üzerine görevlendirilen sosyal çalışmacı, psikolog ve pedagoglara, muhakemat hizmetlerinde görev yapan memurlara, zabıt kâtiplerine ve ceza ve infaz kurum personeli hariç olmak üzere diğer adlî ve idarî yargı personeline (200); mübaşir ve hizmetlilere (150) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutar kadar yol tazminatı ödenir.

Bu madde uyarınca yol tazminatı bütçenin ilgili tertibinden her ayın sonunda ödenir ve ayrıca yevmiye ödenmez.”

  1. 14/4/1982 tarihli ve 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun’un “Kuruluş” kenar başlıklı mülga 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak, (Ek ibare: 19/2/2003-4810/1 md.) adlî tıp uzmanlığı ve yandal uzmanlığı programları ile görev alanına giren konularda diğer adlî bilimler alanlarında sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler düzenlemek ve bunlara ilişkin eğitim programları uygulamak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulmuştur.”

  1. 2659 sayılı Kanun’un “Adli Tıp Şube Müdürlükleri” kenar başlıklı mülga 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Adlî Tıp Kurumu şube müdürlükleri, bu Kanunun 1 inci maddesi gereğince Adalet Bakanlığınca ağır ceza mahkemesi bulunan yerlerde kurulur. Ancak, ağır ceza mahkemesi bulunmayan ilçelerde de coğrafi durum ve iş yoğunluğu da göz önünde tutularak, adlî tıp şube müdürlükleri kurulabilir. Adlî Tıp Kurumu şube müdürlükleri, iş hacmine göre bir veya birden fazla adlî tıp uzmanı ve diğer personelden oluşur.

Adlî Tıp Kurumu şube müdürlüğünde görevli personel, Adalet Bakanlığınca görev sınırları belirlenen yerlerde bulunan mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklar tarafından adlî tıpla ilgili olmak üzere gerekli görülecek otopsi, muayene ve keşifleri, gerekirse olay yerine de gitmek suretiyle yaparak bu hususta rapor vermek ve yapılan davet üzerine sözlü görüşlerini bildirmekle yükümlüdür. Adlî Tıp Kurumu şube müdürlüğü bulunmayan yerlerde bu görevler adlî tabip ve diğer personel tarafından yerine getirilir.

…”

  1. 2659 sayılı Kanun’un “Kurum personeline yapılacak ödeme” kenar başlıklı 30. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Personelin katkısıyla elde edilen döner sermaye gelirlerinin en az % 35’i Adlî Tıp Kurumu ve birimlerine malzeme, araç, gereç, araştırma ve döner sermayede görevli personel giderlerine ayrılır. Gelirin geri kalan kısmı Adlî Tıp Kurumunda ve birimlerinde görevli personele; unvanı, görevi, sınıfı, çalışma şartları, hizmet nitelikleri, hizmete katkısı, performansı ve benzeri hususlar dikkate alınarak Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine çıkarılacak yönetmelikte tespit edilecek esaslara göre ödenebilir.

(Değişik ikinci fıkra: 9/2/2011-6110/6 md.) Yapılacak ödeme, ilgili personelin bir ayda alacağı aylık (ek gösterge dâhil), yan ödeme ve her türlü tazminat (makam, temsil ve görev tazminatı hariç) toplamının;

a) Adlî Tıp Kurumu Başkanı için % 700’ünü,

i) Hizmetin niteliği itibarıyla görevin zorluk ve risk derecesi yüksek olduğu Başkanlar Kurulu kararı ile belirlenen personel ile otopsi görevlileri için % 200’ünü,

j) Diğer personel için % 150’sini,

geçemez.(Ek cümle: 11/10/2011-KHK-666/5 md.) Bu fıkra uyarınca personele her ay yapılacak ek ödeme net tutarı, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 9 uncu maddesi uyarınca kadro ve görev unvanı veya pozisyon unvanı itibarıyla belirlenmiş olan ek ödeme net tutarından az olamaz. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/35 md.) Mesai saatleri dışında veya resmî tatil günlerinde ölü muayenesi veya otopsi işlemine katılan personele, bu fıkrada kadro ve görev unvanları itibarıyla belirlenmiş olan tavan ek ödeme oranlarının %20’sine kadar, yönetmelikte belirlenen hükümler çerçevesinde ayrıca ek ödeme yapılır.

…”

  1. 30/7/2004 tarihli ve 25539 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin “Adlî Tıp Şube Müdürlüklerinin görev ve çalışma usulü” kenar başlıklı 18. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Adlî Tıp Şube Müdürlüklerinin görevleri ve çalışma usulleri şu şekildedir;

a) Adlî tıp şube müdürlüğünde görevli tüm personel, Bakanlıkça görev sınırları belirlenen yerlerde bulunan mahkemeler ve Cumhuriyet savcıları tarafından adlî tıpla ilgili olmak üzere gerekli gösterilecek otopsi, ölü muayenesi ve olay yeri incelemelerini yaparak bu konuda rapor vermek ve davet olduğunda sözlü görüşlerini bildirmekle görevlidirler

e) Adlî tıp uzmanları mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde nöbetçi bilirkişi olarak Cumhuriyet savcıları ile beraber görev yaparlar.

…”

  1. Zorla çalıştırma yasağına ilişkin ilgili hukuk için bkz. Yasemin Balcı [GK], B. No: 2014/8881, 25/7/2017, §§ 24-46.

B. Danıştay Kararı

  1. Danıştay Onikinci Dairesinin 6/12/2021 tarihli ve E.2018/6801, K.2021/6208 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…

Özel bir kanunla kurulan Adli Tıp Kurumunun verdiği hizmetin özelliği açısından, çalışanlarının mesai saatleriyle bağlı olmadığı, mesai saatleri dışında ve resmi tatil günlerinde otopsi ve ölü muayene işlemlerini yapan ilgililerin, bu işlemlerinin 5271 sayılı Kanun’da düzenlenen bilirkişilik kapsamında olmadığı, kendilerine kanunla verilen görevleri yerine getirdikleri ve bu görevlerinden dolayı 3717 sayılı Kanun’la öngörülen “Yol tazminatı” ödemesi dışında bir başka ücret ödemesini öngören yasal bir düzenlemenin bulunmadığı görülmektedir.

Bu duruma göre, mesai saatleri dışında ve resmi tatil günlerinde yapılacak resmi bilirkişilik görevi için 3717 sayılı Kanun’la öngörülen yol tazminatı dışında ücret ödenmesini öngören yasal bir düzenleme bulunmadığından, davacının kendisine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 72. maddesi uyarınca bilirkişi ücreti ödenmesi talebiyle yapmış olduğu başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık, aksi yönde verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

  1. Anayasa Mahkemesinin 20/9/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

  1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
  2. Başvurucu, adli tıp teknisyeni olarak Başsavcılığın talebi üzerine mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde haftalık kırk saatlik çalışma süresini aşacak şekilde sık sık ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine katılmasına rağmen bu görevlendirmeler için kendisine herhangi bir bilirkişi ücreti ve yol gideri tazminatı ödenmemesinden şikâyetçidir. Başvurucu bu kapsamda yol gideri tazminatının 2016 yılı Şubat ayına kadar ödenmekte iken sonrasında bu ödemelerin durdurulduğunu, bilirkişilik ücretinin ise hiç ödenmediğini belirterek ödeme yapılamamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
  3. Bakanlık görüşünde özetle başvurucunun katıldığı ölü muayenesi ve otopsi işlemleri sonrasında başvurucuya izin kullandırılmasının, dolayısıyla başvurucunun mağdur sıfatının devam edip etmediğinin ve yapılacak incelemede bu açıklamaların dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır.
  4. Değerlendirme
  5. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

  1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaati olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
  2. Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa’yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
  3. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikte bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).

a. Bilirkişi Ücreti Yönünden

  1. Somut olayda başvurucunun mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde katıldığı ölü muayenesi ve otopsi işlemleri için kendisine bilirkişilik ücretlerinin ödenmesi talebiyle Başsavcılığa yaptığı müracaat reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, Başsavcılık işleminin iptali ve ödenmeyen bilirkişilik ücretlerinin ödenmesi talepleriyle Bakanlık aleyhine dava açmıştır. Mahkeme, özel bir kanunla kurulan ATK’nın verdiği hizmetin özelliği açısından çalışanlarının mesai saatleriyle bağlı olmadığı saptamasından hareketle ve ilgili mevzuat gereği mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde otopsiye ve ölü muayenesine katılanların yaptığı işlemlerin 5271 sayılı Kanun’da düzenlenen bilirkişilik kapsamında olmadığı gerekçesiyle bilirkişilik ücretlerinin ödenmemesine yönelik işlemin iptali talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemeye göre otopsi ve ölü muayenesi işlemlerine katılan kişiler kendilerine kanunla verilen görevleri yerine getirmiş olup bu görevleri için 3717 sayılı Kanun’la öngörülen yol tazminatı ödemesi dışında bir başka ücret ödemesini öngören yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. İlk derece mahkemesinin anılan kanaatine istinaf mercii olan Bölge İdare Mahkemesi ise bilirkişilik ücretinin ödenmemesi yönünden iştirak etmiştir.
  2. Başvurucunun görev yaptığı ATK’nın kuruluşu, görevleri ve çalışma esaslarını düzenleyen 2659 sayılı Kanun’un ilgili hükümleri ( bkz. §§ 18-20) gözönünde tutulduğunda derece mahkemelerinin Cumhuriyet başsavcılıklarınca şüpheli görülen ölüm olayları sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında gerçekleştirilen ölü muayenesi ve otopsi işlemleri nedeniyle, bu işlemlere katılan ATK personeline ATK’ya yapılan ödeme dışında ayrı bir bilirkişilik ücreti ödenmeyeceği şeklindeki kanaatinin keyfî bir yönü olmadığı anlaşılmıştır. Şöyle ki derece mahkemelerine göre ATK’nın kuruluş amacı ve öncelikli görevi yargı mercilerinin ihtiyaç duyduğu tıbbi konularda bilirkişilik yapmak olup Kurumda istihdam edilen personelin uzmanlık alanı dâhilinde başsavcılığın talebi üzerine gerçekleştirdiği işlemlerin 5271 sayılı Kanun’un 72. maddesi uyarınca ayrıca ücretlendirilmesi gereken hizmetlerden olduğu başvurucu tarafından ortaya konulamamıştır. Bu itibarla başvurucunun meşru bir beklentisi olduğunu gösteren bir kanun hükmü veya yerleşik yargı içtihadı gibi somut bir temele de dayanmadığı görülmüştür. Bu açıklamalar doğrultusunda başvurucu, mevcut bir mülkü veya mülkü edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu kanıtlayamadığından başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
  3. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yol Gideri ve Tazminat İsteği Yönünden

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

  1. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

(1) Mülkün Varlığı

  1. Başvuruya konu olayda başvurucunun mesai saatleri sonrasında ve tatil günlerinde Başsavcılığın talebi üzerine yapılan görevlendirmeyle daire dışında ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine katıldığı açıktır. Dolayısıyla belirlenmesi gereken husus, başvurucuya ait bir mülkün bulunup bulunmadığı veya başvurucunun meşru bir beklentisinin olup olmadığıdır. Başvurucunun iştirak ettiği ölü muayenesi ve otopsi işlemleri nedeniyle 3717 sayılı Kanun gereğince tazminat ödenmesi isteği Başsavcılık ve Bölge İdare Mahkemesince reddedilmiştir. Dolayısıyla başvurucuya ait mevcut bir mülkün varlığı ya da başvurucunun anılan ödemeyi elde etmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru beklentisinin olup olmadığı da belirlenmelidir.
  2. Somut olayda başvurucu, resmî görevlendirme üzerine iştirak ettiği ve daire dışında gerçekleşen adli işlemler nedeniyle 3717 sayılı Kanun’un 2. maddesine dayalı olarak yol gideri tazminatı ödenmesi isteğinde bulunmuş; bu tür ödemelerin 2016 yılı Şubat ayına kadar yapılmakta iken durdurulduğunu, farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca bu ödemelerin hâlen yapıldığı gibi bu yönde farklı mahkemelerce lehe verilen kararlar da bulunduğunu ileri sürmüş ve buna ilişkin belgelerini derece mahkemelerinin dikkatine sunmuştur.
  3. Dava dosyasında bulunan Bakanlık Strateji Geliştirme Başkanlığının Başsavcılığa gönderdiği 1/7/2016 tarihli yazıda “ATK merkezi ile taşra teşkilatında görev yapan adli bilirkişi ve uzmanların mesai saati dışında ve resmî tatil günlerinde yaptıkları nöbetçi bilirkişilik dolayısıyla farklı ücrete hak kazanmayıp kendileri ile birlikte nöbet tutarak adli işlemler yapan hâkimler ve savcılar ile aynı miktarda yol gideri ve tazminat alabilecekleri” yönündeki tespit ile Danıştay Onikinci Dairesinin (bkz. § 23) kararı nazara alındığında başvurucunun ilgili kanunlardaki üst limit dâhilinde bu ödemleri elde etme bakımından bir beklentisinin olduğu açıktır. Ancak yine de bu hususun kabulünün esasa ilişkin değerlendirmenin sonucuna bağlı olması nedeniyle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi anlamında somut bir temele dayalı meşru beklentisinin varlığının ölçülülük değerlendirmesi içinde yapılmasının daha uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

(2) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

  1. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

(a) Kanunilik ve Meşru Amaç

  1. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017 § 62).
  2. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
  3. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa’da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
  4. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik şartının sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
  5. Somut olayda başvurucunun tazminat isteği, Bölge İdare Mahkemesince başvurucunun 3717 sayılı Kanun’un 2. maddesinde sayılan kişilerden olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Dolayısıyla açılan davanın reddedilmesinin şeklî manada bir kanuni dayanağı bulunmaktadır. Ancak başvurucunun dava dilekçesine ek olarak bildirdiği önceki yıllara ait ödeme belgeleri, örnek kararlar ile Danıştayın yukarıda anılan kararından davanın reddine esas teşkil eden kanun hükmünün farklı bir yorumunun da söz konusu olabildiğini hatta uygulamanın ağırlıklı olarak yapılan işlemler karşılığında ödeme yönünde olduğunu söylemek mümkündür. Bu itibarla başvurucunun 3717 sayılı Kanun’un 2. maddesinde sayılan kişiler arasında bulunmadığı şeklindeki yorumun kanuni dayanağının ve meşru bir amaca hizmet edip etmediğinin -somut olayın özelliği dikkate alındığında- ihlal bulunup bulunmadığı konusunda yapılacak nihai değerlendirmede ölçülülük ilkesi içinde irdelenmesinin daha uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

(b) Ölçülülük

  1. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması şartıyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut şartların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
  2. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
  3. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazlar yargılama makamlarınca özenli şekilde değerlendirilerek karşılanmalıdır (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).
  4. Somut olayda başvurucunun Başsavcılığın talebi üzerine şüpheli ölüm olayları nedeniyle yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine iştirak ettiği, talep ettiği dönem için de kendisine herhangi bir ödeme yapılmadığı hususu sabittir.
  5. Bölge İdare Mahkemesi ancak kanuni bir dayanağı olan ödemelerin yapılabileceği ve somut olayda 3717 sayılı Kanun’un 2. maddesinde başvurucunun iştigal ettiği kadro açıkça sayılmadığından başvurucuya bu nedenle herhangi bir ödeme yapılamayacağı kanaatindedir. Bölge İdare Mahkemesinin bu gerekçesine karşı başvurucu, bireysel başvuru dilekçesine ek olarak bu ödemelerin durdurulduğu 2016 yılı Şubat ayı öncesine ait çok sayıda ödeme kararı ile birlikte farklı derece mahkemelerine ait lehe hüküm içeren kararlar sunmuştur. 3717 sayılı Kanun’un 2. maddesinin kapsamının belirlenmesi Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisinde değilse de Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerince yapılan yorumun Anayasa’da güvence altına alınan mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğini incelemekle görevlidir. Anayasa Mahkemesi, bu minvalde başvurucunun sunduğu belge ve bilgiler ile Danıştayın konuya ilişkin içtihatlarından başvurucu ile aynı pozisyonda olan kişilerin 3717 sayılı Kanun’un 2. maddesi kapsamında değerlendirildiğine, bundan başka Bakanlığın dahi genelgeleriyle bu ödemelerin yapılması yönünde bir irade ortaya koyduğuna dikkati çekmektedir.
  6. Bölge idare Mahkemesinin anılan kararında neden-sonuç ilişkisi kurularak şeklî anlamda bir gerekçeye yer verdiği tartışmasızdır. Ancak şeklî anlamda bir gerekçenin varlığı yeterli olmayıp bu gerekçenin makul olması ve genel uygulamadan ayrışıyorsa bunun sebebini de içermesi şarttır. Derece mahkemelerinin bu yükümlülüğe uyması aynı zamanda hukuki güvenlik ve belirliliğin sağlanması ile keyfî uygulamaların önüne geçilmesi yönünden önem taşımaktadır.
  7. Eldeki başvurunun tüm şartları gözönünde bulundurulduğunda Bölge İdare Mahkemesinin başvurucunun tazminat talebinin kanuni dayanağı bulunmadığı gerekçesi ile reddetmesinin idarenin, başkaca mahkemelerin ve en önemlisi idare hukuku alanında mevzuatın yorumlanmasında en üst dereceli yargı mercii olan Danıştayın uygulamasına aykırı olduğu değerlendirilmiştir. Bölge İdare Mahkemesince bu yorum farkının dosya temelinde öznel nedenleri de ortaya konulmadığından varılan sonucun kanuna uygun olduğunu söylemek oldukça güçtür. Bölge İdare Mahkemesinin bu tutumu hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin tesisinde önemli bir araç olan gerekçeyi işlevsiz kıldığı gibi hukuk düzenine olan güveni de sarsmıştır. Bunun da ötesinde gerçekleştirilen otopsi ve ölü muayenelerine iştirak eden adli tabip, hâkim, savcı, mübaşir, hizmetli gibi farklı ünvan ve kadrolardaki kişilerden farklı olarak başvurucuyu bu ödemenin dışında tutmak başvurucu üzerinde ağır bir külfet oluşturmuştur. Bu itibarla kamusal yarar ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasındaki bireysel yarar arasındaki denge başvurucu aleyhine aşırı bir külfete yol açacak şekilde bozulmuştur.
  8. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Zorla Çalıştırma ve Angarya Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

  1. Başvurucunun İddiaları
  2. Başvurucu, maddi karşılığını almadan mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde de çalışmak zorunda kaldığını belirterek zorla çalıştırma ve angarya yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  3. Değerlendirme
  4. Anayasa’nın 18. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.

Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.”

  1. Anayasa’nın 18. maddesinin birinci fıkrasında hiç kimsenin zorla çalıştırılamayacağı belirtilmiş, angarya yasaklanmış; ikinci fıkrasında ise zorla çalıştırma kapsamında olmayan hâller sayılmıştır. Buna göre:

” – Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar,

  • Olağanüstü hâllerde vatandaşlardan istenecek hizmetler,
    • Ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları zorla çalıştırma sayılmaz.”
  1. Başvuruya konu olayda uygulanacak ilkeler Anayasa Mahkemesinin Yasemin Balcı (aynı kararda bkz. §§ 62-71) kararında belirtilmiştir.
  2. Anayasa’nın 18. maddesinin birinci fıkrasında hiç kimsenin zorla çalıştırılamayacağı belirtilmiş, angarya yasaklanmış; ikinci fıkrasında ise zorla çalıştırma kapsamında olmayan hâller sayılmıştır.
  3. Zorla çalıştırma, üstün bir iradenin buyurmasıyla kişinin serbest iradesine aykırı olarak ve yaptırım tehdidi altında yaptığı çalışma olarak tanımlanmaktadır (Yasemin Balcı, § 63). Yaptırım kavramıyla sadece ceza hukukundaki dar ve teknik anlamdaki ceza değil her türlü adli, idari ve hukuki yaptırımlar kastedilmektedir. Bu bağlamda hürriyeti bağlayıcı cezalar ile adli ve idari para cezaları ve diğer idari yaptırımların yanında tazminat ve cezai şart gibi hukuki yaptırımlar da zorla çalıştırma tanımında yer alan yaptırım kavramına dâhildir. Olayın somut şartları çerçevesinde kişinin işini kaybetme korkusunun dahi bir yaptırım tehdidi olarak yorumlanması mümkündür. Ancak hizmetin yerine getirilmesinin bunu zorunlu kılan bir hukuksal yükümlülüğün varlığına dayanması tek başına söz konusu hizmetin zorla çalıştırma veya angarya olduğu sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli değildir. Bu noktada hizmet yükümlüsünün rızasının varlığı büyük önem kazanmaktadır. İlgilinin kendi rızasıyla kabullendiği bir hizmetin yerine getirilmesi hususunda yasal zorunluluk olması bu hizmeti zorla çalıştırma veya angarya hâline getirmez. Zira bu hâlde kanunda öngörülen çalışma zorunluluğu, ilgilinin serbest iradesiyle bir sözleşme akdetmesinin olması veya bir statüye girmesinin doğal sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Yasemin Balcı, § 65).
  4. Olağan görev kapsamında tanımlanan veya açıkça tanımlanmasa bile öngörülebilen işlerde rızanın olduğu varsayılabilir. Bu bağlamda gerek statü hukukuna gerekse akdi hukuka tabi olarak çalışan kişilere öngörülemeyen ve öngörülmesi de mümkün olmayan bir iş veya görev yüklenmedikçe rızanın olmadığı öne sürülemez (Yasemin Balcı, §§ 66, 67).
  5. Somut olayda başvurucu, Başsavcılığın talebi üzerine mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde bilirkişi sıfatıyla iştirak ettiği ölü muayenesi ve otopsi işlemleri için tarafına bilirkişi ücreti ödenmemesinin angarya yasağını ihlal ettiğinden şikâyet etmiştir. Öte yandan başvurucuya mesai saatleri içinde gerçekleştirdiği otopsi işlemleri için bilirkişi ücretinin ödendiği hususunda da bir tereddüt yoktur. Olaydaki ihtilaf, mesai saati dışında ve tatil günlerinde gerçekleştirdiği otopsi işlemleri için de bilirkişi ücreti ödenip ödenemeyeceğine ilişkindir.
  6. Bölge Adliye Mahkemesi de özel bir kanunla kurulan ATK’nın verdiği hizmetin özelliği açısından çalışanlarının mesai saatleriyle bağlı olmadığı, mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde adli birimler tarafından adli tıpla ilgili olmak üzere gerekli görülen otopsi işlemlerini icra ettikleri değerlendirmesinde bulunmak suretiyle ihtilafı çözmüştür. Bu durumda ATK çalışanlarının mesai saatleriyle bağlı olmadığı gerçeği de dikkate alındığında somut olayda başvurucuya mevzuatla tanımlı olanın dışında bir çalışma külfeti yüklenmemiştir. Başvurucu bu çalışması karşılığında hem kadrosunun icap ettirdiği maaşını hem de iştirak ettiği otopsi işlemlerinin mesai saatlerine tekabül eden kısımları için mevzuatla öngörülen bilirkişi ücretini almaktadır. Diğer yandan kendilerine kanunla verilen görevleri yerine getiren ATK Şube Müdürlüğünde görevli adli tabipler dışındaki kurum personeline ücret ödenmesini öngören yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.
  7. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun icra ettiği görevin zorla çalıştırma veya angarya yasağı kapsamına girmediği anlaşılmıştır.
  8. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

  1. Başvurucu; ihlalin tespitini, maddi ve manevi tazminat ile yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini talep etmiştir.
  2. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
  3. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın bilirkişi ücretine ilişkin şikâyet yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

  1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın yol gideri tazminatı isteğine ilişkin şikâyet yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
    1. Zorla çalıştırma ve angarya yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yol gideri tazminatına ilişkin şikâyet yönünden Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine (E.2017/374, K.2017/1566) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/9/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.